18 Mart 2009 Çarşamba

KAOS
Ne kaldı ki kelimelere dökecek
Her şey alt üst işte
Tınısına kaptırmış yol alıyoruz
Nereye gittiğimizi bilip de
Umursamadan hem de.
Biteviye didinip duruyor beşeriyet
Unutuşla hayatı evirip çevirip
Aniden akla gelen
“Bugün yaratıcı için ne yaptın?”sorusuna
Dudak bükerek cevap veriyor yaratılan.
Hadi sen de bir şeyler söyle masum çocuk
Nereye gidiyor bu denli kalabalık ve
Bu denli mutsuz insanlık?

Değişim diye inleyen sözde ulular
Hangi değişiklikten bahsederler ki?
Sahnelerin loş ışığında kadeh kaldıranlar,
Yoksa diyalogdan bahseden Romalılar,
Uzak diyarlara giden simyacılar,
Ya da birilerine ithafen hikaye uyduranlar mı?
Kimler,neden ve nasıl değişmeyi umarlar ki?
Hadi bir şeyler söyle masum çocuk
Kendine kaçmanın sırası mı?
Daha vakit varken dudak bükme naçar.

Elzem işler varken yüzeysel anlatılarla
Kalıplara kapanan açık alınlar,
Saçmalıkla oyaladığınız kitleler
Alın işte boş kutunun içinde;
Narkoz yemişçesine temaşa ederler etrafı.
Hadi bir şeyler söyle masum çocuk
Eve dönmenin sırası mı?

Nihilistler, feministler, post modernciler
Septisizmciler, oryantalistler, Marksistçiler
Eskilerde takılanlar ve kendini yenilikçi sananlar
Nerede tezleriniz hani nerede kötürüm düşünceleriniz?
Düzende kendini düzen sanan aklı eksikler
Hepinize saçmalık damgası vuruyorum işte
Daha ne yazabilirsiniz ki mürekkebiniz tükenmişken?
Hadi masum çocuk bir şeyler söyle
Sen de susarsan nasıl düzelir bu düzen?
Ya da karınca gibi nemruta karşı safını belirle.

Ölmemek için varolmadık ne hoş
Yaşamayı ibadet bilmekti tek işleyiş
Modernize olan yaşama inat
Sıfırdan başlayan bir süreç ilkellikle.
Hadi masum çocuk kopmadan kıyamet son söz sende :
“seni seviyorum ey ölüm” diyebilmek için neler vermezdim?
Peki ya biz ölmek için nelerden vazgeçebildik?

MFA/ Şubat 2009

30 Ocak 2009 Cuma

MUHAMMED AYDIN/İTİRAF

Ey sevgili,
Sen “yıldızlarıma tutunun” dediğin an ben hayata tekrar döndüm.Yüreğime akan göz yaşlarım Seninle olmaya yemin ediyordu Efendim.

Nasıl bir sevgi ki bu ;
Sensizlik buhran dolu
Yaşamlar kısıtlanmış bir döngü.
İçlerimizde sakladığımız günahlar
Yansıtamadığımız tebessümler
Sensiz olgunlaşmaya dahi yeltenemiyor
Efendim.

Asırlar önce seslendiklerin
Zamandan önce haber verdiklerin
Şimdi adını unuttu Efendim.
Çehremiz karanlık
Tıpkı hayatımız gibi.
Sonsuz olanı ne çabuk unuttuk
Benliğimizi kaybettik bu unutuşla ve
Seni ne vakit hatırlar hale geliriz
Efendim.

Her şeyleri çoğalttık
Senin şemsiyen altına gireceğimize
Kendi elimizle yanışımızı hazırladık.
Hiçbir düsturuna riayet etmedik
Ettiğimizi sandık oysa yanıldık ve
En hazini ise yanıldığımızı bile kabullenmedik
Efendim.
Ey sevgili,
Şahsiyetimize sahip çıkmak bir yana
En baştan her şeyin üstünü örttük
Teslim olmaktan öteye geçemeyip
Dünyalar denilen başkaldırının arkasında kaldık.
“İnanan önde” dedin. Fakat biz
En arkada ehli dünya olduk.
Kaybettik bütün inancımızı
Gerçek sadece bu.
Mühürlenmiş bu gözler yerini hangi vakit
Gören bir çift göze bırakır
Efendim.

Eşitliği bozamadık günler arasında
Asla fazlalığı yakalayamadık
Sürekli eksikti bir yanımız
Taraf olamadık hiç Sana Efendim
Asılı kaldık boşlukta kendi kelimelerimizle
Kandık bütün safsatalara
Tanımadığımızdandı bu Seni Efendim.
Ne acı bir itiraf
Tanımadığımızdan…

Ey sevgili,
Kaçışın olmadığı gün
Kendi derdimize düşeceğimiz
Yalanın asla olamayacağı
Gözlerin asla kaçırılamadığı
Sözlerin asla yalpalamadığı
O büyük gün
Nasıl Senin adınla Senden bir
Tebessüm isteriz bu halimizle
Efendim.

Sevgili,
Manadan yoksun maddelerle kuşatılmış
Yoksun bir devir yaşıyoruz kendi elimizle
Bedenimiz hasta
Acaba yerinde mi kalbimiz ve
Beyne hükmeden dilimiz!

Yaşantımız Sensizlik denizi
Dinliyoruz şimdi bu Sensizliği
Sessizce hala
Efendim.

Muhammed AYDIN
Ocak 2009

9 Ocak 2009 Cuma

AÇELYA/ZAMAN

İki elde iki bavul bir kış günü
Yapayalnız
Her yer bomboş
Yüreğimde fırtınalar aklımda İstanbul
Kaç kış daha geçer ki burada

Bomboş bir oda ardından
Bedenen ben ve damlalar
Kimse duymadı feryadımı işitmediler haykırışlarımı
Beyaz sayfalar ile harflerdi dermanım
Kaç kış daha geçer ki burada

Koridor misali idi dostlarıma giden yol
Ve ben koridorun tam orta noktasında
Bu da geçer diye yalanlar uydurdum kendime
Bir ömür geçer mi yıkık dört duvar arasında
Kaç kış daha geçer ki burada

Serzenişler vardı hep barakamda
Duvarlara astığım
Camlara yapıştırdığım beyaz sayfalarda
İlginç yaratıklarla yaşadım ben
Kimselerce sevilen o barakada
Kaç kış daha geçer ki burada





Yakınlarda olmak da varmış yaşamda
Görünende değil her şey yürekte
Yalancı cümlelere kanmaksa
Elbet zamanı gelir gitmenin de
Kaç kış daha geçer ki burada

Ayrılık diye bağlamak sineyi
Gözlerdeki her vakit kopuş
Alır da götürür seni sadece gerçekler
Gitmekmiş tek başardığım gerçek
Kaç kış daha geçer ki burada

Zaman ile yürüyorum büyük güne dek
Yoldaş bulmaksa amacım
Tek kişilik sessizlik
Mezarım her daim yanı başımda
Kaç kış daha geçer ki burada

açelya / Ocak 2009

29 Aralık 2008 Pazartesi

ÖMER YUSUF CAN / GAZZE

Gözlerim gazzeye ağladı,
gece yarılarına kadar…
Kimliğini kitlesel silahlara bürüdü…
Kan olsun istemeyerek
Eteklerini bir arşın kaldırdı
Füzelere resim yaptı,
tanklara taş çarptı
Görebilesiniz diye tüm bu olanları:
ajanslar
Sabahladı savaşın gölgesinde.
Gözlerini her açtığında kan görmekten
kan çanağı gözleri.
Müslüman uçup uçup uzaklara,
çakıldı gökyüzüne/
Yıldızlara takıldı/
borsalara tapındı,göz duyarsız kaldı/
Seni büyüdüm bu gece gazzeli minik kız…
Oyuncaklarını koymadan sepete,yerle bir oldu hayallerin/
Zira gazelinin sapanını zapt etti füzeler/
Dipçiklere direnen başlar,
kardeş görmemiş miydi ayşe ekranda…
Zulüm bilmem kaç kere
bilmem nereye
gitgide katlı bina…
Yıkılası yoksa da/
kaldır şehadet parmağına bulutlara/
Bir imtihanın kaçırılmış sabahında,
görmek yada görmemek yazıldı kader kağıdına/
açsan,susamaya hazırsa dudakların…
Hadi açlığına hükmet,
otur ağla,uzan ağla,
alıklaşsın görmelerin/
Direnişe dirilme vaktine kadar,dirseklerinin altı çürüsün
Ben gitmek vakitlerinde
yitirdiklerimle iç çekiyorum afgana/
Mahşerinde kaypaklığa izin yok/şimdiden sen sen ol
Ölmek erdemdir davanın çatısı altında…
Bunu başarmalısın yada ölümsüzlüğe yol almalısın…
Gazeliyim, gazelisin, gazzeli

2 Ağustos 2008 Cumartesi

ÖMER YUSUF CAN/HIRÇIN

Sümüğümüz akardı
Çocuktuk
Hiç israf etmedik oyun aralarında
Büyüdük
Uzadı boyumuz/gırtlağımız keskinleşti
Kalınlaştı sesimiz.
Bre gençtik
Ufku deler geçerdi gözlerimiz
Sonraları
Ergenliğimiz kabuğuna çekildi
Çok sonraları
Kahkahalar arasında kaybolduğumuz zamanlara erdik
Sepetler gibiydik sarkıtılan balkonlardan
Boyuna boyuna/boyunlarından asılan
Zor zamanlara eriştik
Yapıştı gözümüze gözyaşlarımız
Bir çapak kadar durağan
Dünyanın çilesi hiç bitmedi
Bitmedi hiç
Bir hayli zaman geçmişti
Çocukluğumuz akıp gideli
Sümüklerimizle
Bitmedi hiç
Hiç bitmedi
Anladıkça/anladığımızı anladıkça
Hırçınlaşıyor kabuğuna çekilmiş damarımız.